siyah kuşak kareteci seks hikayem

Yeni yerler, yeni tatlar ve yeni insanlar keşfetmeyi severim. Kültürel farklılıkların detaylarını öğrenmeye ve bilmediğim nazar açılarını anlamaya çalışırım. Dolayısıyla bol bol seyahat ederim. Buna karşın ırak doğu; aş kültürleri, hijyen sorunları ve kızlarının çekici olmaması sebebiyle uzun yıllar dünyanın gitmeyi tercih etmediğim bir bölümüydü.

Çin’deki işlerimizi orada şirketim adına çalışan Türk danışmanlarımız hallediyorlardı. Bazen de çalışanlarımdan bazılarını gönderirdim. Çin’e gidenler ya nefret ederler ya da fazla severler. Farklılıklara ne kadar ahenk sağlayabildiğin ile ilgili olsa gerek diye düşünürdüm. Çin’deki işlerimiz iyice artmaya başlayınca en aka fuarlardan birine gitmeye karar verdim. Hem de orada çalıştığımız arkadaşları ve firmaları da ziyaret etmiş olacaktım. Çin’in en güneyinde Guangzhou adlı bir şehre gidecek 8 gün orada kaldıktan sonra Shanghai’ye geçecektim. 10 küsur saatlik uçuştan sonra Guangzhou’ya indim. Havalimanı’na indiğim anda havası, kokusu, ışığı, renkleri, insanları ve aklınıza gelebilecek her detayıyla galaksideki farklı bir gezegene adım atmıştım sanki. Sürekli yuzde 98’e varan nem yüzünden solunan havaya bile yerleşmiş sabit bir küf kokusu vardı. Bu ıtır binaların duvarlarından, sebzelerden, insanlardan bile salınıyordu sanki. Hava 38 dereceydi ve yüksek nemle beraber 100 derecede kaynıyormuş gibi hissediyordum. Gelmeden yaptığım araştırmalardan öğrendiklerim yüzünden sırt çantam ağzına kadar yaş mendil, ton balığı konservesi ve bisküvi doluydu. Şehir merkezindeki en aka otellerden birinde rezervasyon yaptırmıştım. Fransa merkezli bir otel olduğu için en azından yemeklerinde mesele yaşamam diye ummuştum. Ama tabi ki orada da yiyebileceğim bir aş bulmakta oldukça zorlanmıştım. İlk günlerim buraya geldiğim için kendimden nefret ederek geçiyordu. İlk gece otelin asansöründe 19. kata çıkarken ele ele tutuşmuş biri mini etekli öbür ise mini şortlu iki kız bana gülücükler atıyorlardı. Kısa boylu kızlardan her vakit hoşlansam da Çin’li kızlar benim beğenilerimden fazla uzaktılar. Üstelik bu kızların ücret karşılığı servis veren kızlar olduğu fazla belliydi ki ben bir önceki yazımda da bahsettiğim gibi paralı seksten hiç hoşlanmam. Üstelik sabunun ne olduğunu dahi bilmeyen, her türlü hayvan organını ve böcekleri yiyen kızlar olduklarını düşününce bir anda bütün cinsel arzularım tükeniveriyordu.

İlk bir kaç günden sonra havadaki kokuyu duymaz olmuştum. Doğal güzellikler ve insanların naifliği hoşuma gitmeye başlamıştı. Hatta binlercesinin arasında beğenebileceğim 1-2 kız bile görmüştüm 🙂 Çin’li ve Türk arkadaşlarımla eğlenmeye başlamıştım. Şehir merkezinde güzel bir Türk restoranı vardı. Orada aş de yiyebiliyordum. Guangzhou’dan ayrılmama 2 gün kalmıştı. O gün işim erken bitmişti ancak arkadaşlarımın işleri vardı. O akşamı tek geçirecektim. Önce Türk restoranına gidip aş yemeyi oradan otelime geçmeyi planlamıştım.

Çin’de ve hatta ırak doğunun tamamında fazla yaygın olarak kullanılan bir mesajlaşma uygulaması var. Oradaki arkadaşlarla iletişimde olmak için Türkiye’deyken telefonuma yüklemiştim zaten. Lokasyon bazlı olarak yakındaki insanları da görüp mesaj atabiliyorsunuz. Çin’e gittiğim günden beri her gün bir kaç kızdan mesaj geliyordu. Tanışmak isteyenler ve aş ısmarlamak isteyenler oluyordu. Bense çoğunu güzel bulmuyordum. Üstelik Çin’de geçirdiğim süre içinde cinsel bir şey yaşamayı da düşünmüyordum. O gün taksi durağına doğru yürürken tekrar bir mesaj geldi. “Merhaba, nasılsın?” diye soruyordu İngilizce. Profil fotoğrafı fazla net değildi ama bugüne kadar burada gördüğüm öbür Çin’li kızlardan biraz daha uzun boylu gibiydi. Üstünde sütlü kahve tonlarında kolay bir giysi vardı. O akşam canımın sıkılacağını şimdiden bildiğim için “Akşam yemeği yer miyiz?” diye sordum direk. Yaklaşık iki saniye sonra “Evet, fazla isterim” diye cevap geldi. Ben de “Ama Türk yemeği yiyeceğiz, sever misin?” diye sordum. “Hiç yemedim ama yiyen arkadaşlarım fazla beğenmişlerdi. Denemek isterim” dedi. Şehir merkezinde lobisi fazla şık Garden Hotel diye bir otel var, gideceğimiz restorana fazla yakındı. O otelin lobisinde buluşacağımızı söyledim ve taksiye bindim. Amacım sadece sohbet edip vakit geçirmekti. Eğer fazla sevimsiz bir sohbet olursa müsaade ister otelime kaçarım diye düşünüyordum yolda giderken.

Buluşma saatimizden 15 dk evvel otele varmıştım. Otelin fazla gösterişli bir lobisi vardı. Bütün tavanlar ve duvarlar bahçeler şeklinde fazla şık düzenlenmişti. Güzel sanat eserlerini inceleyerek vakit geçiriyordum. Buluşma saati yaklaşınca mesaj geldi “2 dakikaya kadar ön kapıdan girmiş olurum” yazıyordu. Ben de ön kapıyı gören ancak fazla yakın olmayan bir duvar kenarına gidip beklemeye başladım. Çok da içime sinmezse o beni görmeden ortadan kaybolurum belki diye düşünüyordum. Çok kısa bir süre sonra ön taraftaki dönen kapıdan geldiğimden beri Çin’de gördüğüm bütün kızlardan fazla daha güzel ve çekici bir hatun girdi. 1.65 boylarında, düz uzun kara saçları beline kadar inen ve kapıdan girerken rüzgarla savrulan bir hatundu. Üstünde fazla şık ve rüzgarla savrulan kısa kollu bir bluz vardı. Kara dar mini eteği en fazla bir karış kadardı. Hafif kara renkli ince çorapları eteğinin tam bittiği noktaya kadar geliyordu. Uzun bacakları fazla şekilli ve dikkat çekiciydi. Ayağında yüksek ökçeli ve seksi ayakkabılarıyla yürürken narin kalçaları yanlara doğru fazla gösterişli bir şekilde devinim ediyordu. Bu devinim esnasında eteği bir santim kadar yukarı çıktığında eteğinin altından çoraplarını tutan bordo jartiyeri anlık olarak gözüküyordu. Bütün bunların yanında benim asıl nefesimi kesen muhteşem dudakları olmuştu. Gözünde iri ve şık gözlükler vardı. Gözlüklerin derhal altında narin ve küçücük bir burun ve bir sanat eseri kadar muhteşem ve özenle yaratılmış, al / bordo tonlarında şık bir rujla daha da ihtişamlı hale gelmiş bir çift dudak. Türkiye’de de silikon yapıyorlar ama hem bu kadar aka olmuyor hem de bu kadar güzel gözükmüyor diye düşünmüştüm. Doğal dudaklar olmasına pek ihtimal vermemiştim bile. Kızın otelde kalan ultra varlıklı iş adamlarından birinin sevgilisi ya da ünlü birisi olabileceğini düşünmüştüm. “Vay be Çin’de de demek ki fazla güzel kızlar varmış. Ne şanslı adamlar var” diye geçirmiştim içimden. Kız ön kapıdan girdikten sonra lobinin ortasına doğru yürümeye başladı. Yürürken başıyla hafifçe çevresine bakıyordu. Bana doğru baktığında ben hiç istifimi bozmadım. Nasıl olsa benim beklediğim kız bu değildi. Ama o beni görür görmez bana doğru yürümeye başladı. Yanıma geldiğinde “Merhaba, geç kalmadım değil mi?” dedi. Ben afallamıştım. Amerika’lı iş arkadaşlarımın fazla sık söylediği bir laf vardır. “It’s too good to be true!” yani “gerçek olamayacak kadar iyi”. Bu sözü bu işin altında bir iş olduğunu düşündüklerinde ve realiteye aykırı olduğu durumlarda kullanırlar. Bu güzel hatuna cevap vermeden evvel kafamda bu laf yankılanıyordu. “It’s to good to be true!” Avrupa’da ya da Türkiye’de olsak fazla normal ama dünyanın dibi sayılacak bir yerde açlık ve sefilliğin surat yıllarca hüküm sürdüğü bu topraklarda besin eksikliğinden kemik yapıları ve fiziksel özellikleri zayıflamış, bozulmuş olan 1.3 milyar Çin’linin içinde böyle güzel kızlar da çıkması normal olabilirdi ama bana denk gelmiş olması pek normal değildi. Tekrar de altı üstü aş yiyecektik. Paranoya yapmama hiç gerek yoktu. Yüzümde hiç bir şaşkınlık belirtisi olmadan derhal cevap verdim “Hayır, tam zamanında geldin.” Yüzüme en çekici gülümsemimi yerleştirip derhal ekledim “Çok şıksın, gözlerimi senden alamadım”. O ana kadar karşımda bir ateş topu gibi seksi ve gösterişli olan kız bir anda çocuk gibi omzunu yana ve başını hafifçe öne indirdi. Yüzü kızardı hemen. Kısılmış bir sesle “Çok teşekkür ederim, utandım” dedi. Gerçekten utanmıştı. Onu beğendiğimi söylemem fazla hoşuna gitmişti belli ki. Çin’liler fazla naif insanlar. Bizim gibi kompleks, karmaşık alt düşünceleri yok. Ne hissediyorlarsa derhal belli ediyorlar.

Çinli erkekler genelde kısa boylu ve çocuksular. Hepsinin düz ve kara saçları var ve vücutlarında sakal ve bıyık da iç olmak üzere hiç tüy yok. Oradaki erkeklere göre daha uzun boylu, daha yapılı, dalgalı saçlı, sakallı bir erkek olarak Çin’de kızların oldukça ilgilisini çekiyordum geldiğim günden beri. Bir çoğu Amerikalı olduğumu ve hatta film yıldızı olduğumu düşünüyordu. Onunda bu etk**e olduğunu anladım hemen. Ben de bu güzel kız karşısında o karizmamı bozmak istemiyordum. “Gidelim mi?” diye sorduğumda başını sallayarak onayladı. Dışarı çıktığımızda elimi beline koydum. Titriyordu ama hava soğuk değildi. Aksine gündüze göre sadece 1-2 radde azalmıştı sıcaklık. “Üşüdün mü, titriyorsun?” diye sordum. “Hayır, üşümedim” demişti ama bana bakarken yüzünün tekrar kızardığını gördüm. Belli ki utanıyordu.

Restoran Guangzhou’nun en popüler restoranlarından birisi. Türk yemekleri Çin’de fazla popüler ve lüks yemekler olarak biliniyor. Yaklaştığımızda kapının önünde dışarı kadar uzanmış bir kuyruk vardı. Rezervasyonum olduğu için biz içeri geçtik. Görevli kız fazla özür diledi ve masamızın 2 dakikaya kadar boşalacağını ve yandaki ten kanepede bekleyebileceğimizi söyledi. Kanepenin yarısında ufak bir Çin’li çocuk uzanmış uyuyordu. öbür yarısına Monica oturdu. Çinli’lerin isimleri telaffuz etmek fazla zor bu sebeple hepsi beğendikleri western isimler kullanıyorlar bizlerle konuşurken. Bu güzel hatunun takma adı da Monica’ydı. Dudaklarıyla ünlü Monica Bellucci’den esinlendiği fazla belliydi. Ama bu kızın dudakları Monica Belucci’nin dudaklarının 2 misli kalınlığındaydı neredeyse. Monica ten kanepeye oturduğunda eteği biraz daha yukarı gelmiş ve bordo jartiyer kopçaları iyice görünür olmuştu. Ben de kanepenin yan tarafındaki kol koyma kısmına oturdum. Oturduğum yerden Monica’nın bluzunun üst tarafından tekrar bordo renkli sütyeni gözüküyordu. Konuşuyorduk, Monica bana bakarken gözlerini kaçırarak konuşuyordu ama ben onun her noktasını inceliyordum. Adeta gözlerimle yemeğe başlamıştım onu.
Yemeğe geçtik. Monica çorba ve kebaba bayıldı. Bütün Çinli’ler gibi beğendiği aş olunca ağzını şapırdata şapırdata yedi yemeğini hızlı hızlı. İlk geldiğimde çevremdeki herkesin ağzını şapırdatarak aş yemesi bana korkunç gelmişti. Ama bu kız ağzını şapırdatsa bile bana cennetten benim için gönderilmiş bir huri gibi geliyordu artık. Türk restoranı fazla aka ve kalabalıktı. Çoğunlukla helal aş isteyen Türkler, Araplar olsa da her milletten insanlar vardı. Monica’yı gören herkes dönüp bir kez daha bakıyor gözünü ondan alamıyorlardı. Muhtemelen onlarda benim gibi bu kızın yanındakinin bir dolar milyarderi falan olacağını düşünüyorlardı. Bunları düşündükçe kafamda aynı laf tekrarlamaya başlamıştı “It’s too good to be true!” Normal değildi. Ya bu kız Çin mafyasındansa. Beni etkilemek ve sonrasında soymak ya da daha kötüsü organlarımı falan aşırmak için gönderildiyse?! Çok da zor olmazdı beni ilaçla uyutması ve yarın bir kanalizasyon deliğinden parçalarımın çıkması. Burası dünyanın dibiydi! Bu düşüncelere karşın artık olan olmuştu. Onun büyüsüne kapılmıştım. O aş yerken ben dudaklarını dudaklarımda, penisimde düş ediyordum. O dolgun dudakları öpmek, emmek, dişlemek nasıl bir duyguydu acaba? Dudakları fazla dolgundu ama ağzı aka değildi. Penisim o ağza sığabilecek miydi? Sığarsa o dolgun dudaklar ne kadar da sıkı kavrardı penisimi. Oldukça güzel ve aleni renkli bir teni vardı. Vücudunda gram yağ yoktu. En fazla 40-45 kilo olmalıydı. Uzun boylu olmasına karşın tekrar de fazla zayıf gözükmüyordu. Hatları fazla hoştu. Bütün bunları ve bordo renkli çamaşırını ve jartiyerini düşündükçe penisim pantolonumun içinde yürek gibi atıyordu.

Yemeğimiz bitmişti. Dışarı çıkıp taksi durağına doğru yürürken tekrar beline sarılmıştım. İnce beli kalçasının hareketleriyle yılan gibi kıvrılıyordu elimin altında. Ben kafamdaki düşüncelerle kaos içindeydim. Ya onu çağrı edecektim ve risk alacaktım ya da hayatım boyunca pişman olacaktım. Tabi ki risk aldım. “Benim odamda kalmak ister misin bu gece?” diye sordum. Bir an durdu. Bana baktı. Şaşırmıştı. Bunu beklemiyor gibiydi. Bu iyiye işaretti. Beni avlamaya çalışan bir femme fatale olsaydı bu daveti derhal kabul ederdi. “Ya da fazla iyi rol yapıyor” diye düşüncelerim kendini yanıtladı hemen. Artık iyice paranoyak olmuştum. “Ama daha yeni tanıştık” dedi. “Evet biliyorum ama ben 2 gün sonra gidiyorum. Senden fazla hoşlandım ve bu 2 günümün tamamını seninle geçirmek istiyorum, yoksa fazla pişman olurum. Senin istemediğin hiç bir şey yapmayacağız korkma” dedim. İçimdeki avcı beni ele geçirmişti. Mantığımın sesi iyice kesilmişti. Artık onu ikna etmek için ne gerekiyorsa yapacağımı biliyordum. “Senden korkmuyorum merak etme” dedi gözlerini kısarak ve her zamankinden daha dik ve kuvvetli bir şekilde durarak. “Olum sen neye bulaştın böyle!” diye bir haykırış koptu beynimde ama yarım saniye içinde sesi kesilmişti bile. O bakışlar öyle ateşliydi ki içimde bir bomba patladı sanki. O anda sokağın ortasında dudaklarına yapışmamak için zor tutuyordum kendimi. Sanırım o da benim bu arzumu ayrım etti. 1-2 saniyelik sessizlikten sonra “Tamam geleceğim” dedi bir anda “Ama kuralları ben koyarım!”. Ses tonu fazla net ve kararlıydı. “Her kuralına uyacağım” diyebilmiştim sadece. O ürkek mahcup kız gitmiş, ilk gördüğüm andaki ateş topu hatun beni kontrolü altına saha seksi bir şeytana dönüşmüştü bir anda.

Kaldığım otel odası fazla lüks bir odaydı. Odanın bir duvarı tamamen camdan oluşuyordu. 19. kattaydık ve bütün kent ayaklarımızın altındaydı. Odanın içinde tamamen cam duvarlardan oluşan gösterişli bir banyo vardı. Banyoda hem duş hem de eski tip küvetlere benzeyen dört kenarı açıkta olan bir jakuzili küvet vardı. Yatağın yan tarafında aka bir maun çalışma masası ve duvarda aka ekran bir tv vardı. Burada kaldığım sürece keşke Çin’de olmasaydım, bu odanın tadını güzel bir kız arkadaşla çıkarmak vardı diye düşünüyordum 6 gündür. Bu geceye kısmetmiş diye düşünmüştüm odanın kapısını açıp içeri girerken. “Kuralları ben koyarım” demişti ama ben sabredemedim. Odaya girip kapıyı kapatır kapatmaz dudaklarına sarıldım. Dudaklarını açmamıştı. Dudaklarımız birbirine bastırdı sadece. O his bile fazla güzeldi. Dolgun dudakları benim dudaklarımın tamamını kaplamıştı. Löp haribo şekerlemeleri gibiydi ve kesinlikle silikon değildi. Beni derhal ittirdi. Düşündüğümden fazla daha güçlüydü. Gözlerime katı bir şekilde baktı. 1 saniye geçmeden arzuyla dudaklarıma yapıştı tekrar. Bu kez arzulu bir şekilde öpüşüyorduk. Alt dudağı sanki ağzımın içini dolduruyor gibi hissediyordum. Hiç bu kadar kalın dudaklı bir kızla öpüşmemiştim. Onu günlerce durmadan öpebilirdim. Ama onun derhal teslim olmaya niyeti yoktu. Tekrar ittirdi beni. Gözünde tekrar o vahşi katı nazar vardı. “Kuralları ben koyarım, unutma” dedi. Arkasını döndü ve manzaraya doğru yürümeye başladı. Beni artık tamamen kontrolü altına almıştı. Hiç bir şey düşünemiyordum. O ne derse yapabilirdim o anda. Tek istediğim o dudakları bir kez daha öpebilmekti ve o yürürken aka olmayan ama şekilli kalçaları dar mini eteğinin içini dolduruyordu. Evet o kalçaları da istiyordum, o bacakları her şeyini istiyordum. Görünüşte kontrolü elinde tutan bir kukla ustasıydı şu anda ama aslında kurdun yuvasındaki bir kuzudan öbür bir şey değildi. Ona sahip olmak için bütün oyunları oynamaya amade bir kurttum sadece.

Mini bardan biraz whisky aldım bardağıma. “Sen ne içersin?” diye sordum. Aynısından istedi. Ona da hazırladım. Hala manzarayı seyrediyordu. Şehrin ışıkları dışarıda parlarken gövde hatları camın önünde koyu bir silüet olarak gözüküyordu. Çok güzel bir kadındı. Hatları elle çizilmiş gibiydi. Beynimde hep aynı tümce yankılanıyordu “It’s too good to be true!” ama ses fazla derinlerdeydi artık, duymuyordum bile. Ona doğru yaklaştım, bardağını uzattım. Kendi bardağımdan bir yudum aldım. Whisky’yi severim, buzsuz içerim. Ağzıma aldığımda damağımda yayılan tatları, kokuları hissetmeye, genzimden aşağı doğru kayarken yakışını ve sonrasında içimde bıraktığı birbirinden lezzetli hazları hissetmeye bayılırım. Gözlerimi 1 saniye yummuşum tadını çıkarırken. Monica bir anda öksürmeye başladı. Boğuluyor gibiydi. Gözlerimi açtım hemen. Elindeki whisky bardağını aldım. Hala öksürüyordu. Öne doğru eğildi yüzü kıpkırmızı olmuştu. Whisky’den olduğunu anladım. Katı gelmişti belli ki. Yüzümde şapşal bir sırıtma olduğunu hissediyordum ama o sırıtmayı bir an evvel yok etmeliydim. Sersem bir sırıtma yüzünden geceyi mahvetmek istemiyordum. “İyi misin?” diye sordum. Biraz sonra tekrar dikleşti. “Evet iyiyim. Geçti” dedi ama sesi çıkamıyordu. Belli ki whisky genzini kötü yakmıştı. Gözleri kızarmış ve yaşarmıştı. Bir kağıt mendil getirdim. Kendine gelmişti. Daha sonra öğrendim ki Çin’liler fazla fazla alkol tükettikleri halde hiç whisky kültürleri yokmuş. Nasıl içileceğini bilmiyorlar. Hatta bir defasında bir sek bir de tek buzlu duble whisky siparişi vermiştim lüks bir barda. İki su bardağının içinde ağzına kadar dolu whisky ile ayrı bir su bardağında tek buz getirmişleri. Arkadaşımla gülmekten karnımıza ağrılar girmişti.

Neyse konumuza dönelim. fazla üstüne gitmedim bu konuda. Ben de içkimi masaya koydum ve yanına yaklaştım. Elimi beline sardım, vücudumu iyice yaklaştırdım “Manzara fazla güzel değil mi?” diye sordum. “Evet, hiç bu kadar yüksekten görmemiştim bu şehri” dedi. Masum bir havası vardı artık. Bunu fırsat bilen içimdeki canavar derhal harekete geçti tabi. Belinde olan elimi yavaşça aşağı, poposuna doğru kaydırmaya başladım. Elim daha yeni harekete geçmişti ki nasıl olduğunu bile anlamadığım çevik bir hareketle elimi arkasından tuttu, kendi çevresinde döndü ve bileğimi aksi yöne doğru büktü. Acı içinde kıvranıyordum. O ise gözlerinde eğleniyormuş gibi bir nazar ve o eşsiz dudaklarında yaramaz bir gülümsemeyle bundan beğeni alıyordu. Kısa bir süre sonra elimi gevşetti. Bana doğru bir adım attı. Acı içinde kalan elimi arkasında doğru geçirip kalçasına sıkıca bastırdı elimi ve dudaklarıma yapıştı. Bir anda dudağımı ısırıp art çekildi, “Kuralları kimin belirlediğini unutma” dedi olabildiğince seksi bir ses tonu ve bakışla. Tekrar öpüşmeye başladık. Bu kere durmuyorduk. Ellerim vücudunun bütün kıvrımlarında geziniyordu. Beli, kalçaları, kolları, minik göğüsleri, saçları ellerimin arasında kayıyordu. Bir süre ateşli öpüşmeden sonra tekrar art çekildi. Masanın üstüne bıraktığım whisky bardağında ufak bir yudum alarak bu kere löp bir şekilde içti. “Ben de bu şehirde yaşamıyorum. öbür bir otelde kalıyorum. Madem senin yanında kalacaksam gidip eşyalarımı alıp geleceğim. Yarım saate gelirim” dedi ve kapıya doğru yöneldi. “Ben de seninle geleyim tek gitme bu saatte” dedim ama buna hiç de ihtiyacı olmadığını belirten bir nazar atarak “Ben kara nesil Kung-Fu biliyorum. Kendi başımın çaresine bakabilirim emin ol” dedi. Bu kere beni rahatlatmaya çalışan bir ses tonu vardı. Daha ben bir şey söylemeden çıktı ve gitti. Beni rahatlatmaya çalışıyordu sanırım ama benim aklımdaki mafya paranoyası o gidince tekrar sesini yükseltmeye başladı. “Siyah nesil kung-fu mu?” diye geçiriyordum aklımdan. O anda masanın üstünde fotoğraf makinesini bıraktığını gördüm. Artık iyice paranoya yapmıştım. Derhal makineyi açıp içindeki fotoğraflara baktım. Anormal hiç bir şey yoktu. Normal aile ve iş arkadaşlarıyla fotoğrafları vardı. Bu artık beni iyice rahatlatmıştı. İyi de bu kara nesil konusu neydi acaba?

Söylediği gibi yarım saat sonra valizi ve bir sırt çantasıyla geldi. Artık paranoyalarım iyice yok olmuştu. Çantasında neşter takımı taşımıyorsa herhangi bir mesele yok diye düşündüm kendi kendime gülerek. Valizini açtı yanımda soyunmaya başladı. Yavaş hareketlerle iç evvel bluzunü, sonra eteğini çıkardı. Bordo iç çamaşırları ve ince çoraplarıyla kalmıştı. Ben koltuğumda oturmuş whisky mi yudumlarken bu eşsiz güzelliğin her noktasını aka bir zevkle inceliyordum. Daha sonra yavaş ve seksi adımlarla bana doğru yaklaştı. Elimdeki bardağı aldı, üstümdeki gömleğin düğmelerini açmaya başladı. Boynumdan, göğsümden öpüyordu. Kollarıma ve bacaklarıma dokunuyordu usulca. Ne yaptığını fazla iyi bilen bir kadındı kesinlikle. Kemerimi açtıktan sonra pantolonumu da çıkararak bir kenara attı. Sadece boxerımla kalmıştım. Penisim çamaşırımın içinde taş gibi olmuştu. Gözüyle penisime bir nazar attı ve usulca kucağıma oturdu. O dolgun ve sıcak dudaklarını dudaklarıma yapıştırmıştı. Ateşli bir şekilde öpüşüyorduk. Ben tanga kilodundan açıkta kalan kalçalarını avuçlıyor, belini, kollarını bacaklarını okşuyordum. Yavaşça sütyen kopçasını açtım. İtiraz etmemesine şaşırdım açıkçası. Kopçası açılan sütyenini yavaşça çıkarıp kenara bıraktı. Göğüsleri gerçekten küçüktü. Koyu kahverengi renkli, ufak uçları vardı. Ufak göğüslerini emmeye ellerimle okşamaya başladım. Kucağımda kalçalarını usulca kıvırıp inliyordu. Amını penisime bastırıyor ve bundan fazla beğeni alıyordu. Bir süre böyle devam ettik. Ben daha fazlası için deliriyordum. Onu bir an evvel sikmek için yanıp tutuşuyordum resmen. Bu amacıma ulaşmak için yavaşça ayağa kaldırdım. Jartiyerinin kopçalarını çözdükten sonra çoraplarını aşağı doğru sıyırdım. Açılan bacakalarına öpücükler konduruyordum. Daha sonra taş gibi ve en ufak bir fazlası olmayan göbeğini ve kasıklarını öpmeye başladım. Öpücüklerimden aka bir haz aldığı her halinden belliydi. Ellerimle kalçalarını avuçluyordum. Kalçaları ne aka ne de öbür Çin’li kızları gibi fazla küçüktü. Avucumdan biraz daha aka hoş kalçaları vardı. Üstelik oldukça sıkıydılar. Artık o amcığı emmek istiyordum. Kilodunun yanlarında fiyonk şeklinde düğümlenmiş bağlar vardı. Açmak için ilk hamlemi yaptığımda tekrar atik bir hareketle beni engelledi. “Daha değil yaramaz çocuk” dedi ve art çekildi. Çalışma masasına geçti. Ten koltuğa oturdu uzun ve güzel bacaklarını masaya doğru uzattı. Ayakları küçücük ve fazla bakımlıydı. “İçkimi alabilir miyim?” dedi bana. Uslu bir çocuk olmak için yeni bir içki doldurdum ve uzattım. İçkisini yudumlarken onu seyrediyordum. Yakınlaşmak için gayret sarf etsem de müsaade etmiyordu. Sohbet etmeye başladık. Çin’den, gezilecek yerlerden konuştuk. Yarın nerelere gidebileceğimizle ilgili kısa bir plan yaptık. Ancak benim beynimde sadece seks arzusu vardı. Konuştuğumuz her şey o hatıra kurtarmak içindi sadece. Her şeye tamam diyordum. Her halimden belliydi bu arzum. Ancak o bu durumdan fazla beğeni alıyordu. Resmen bana işkence ediyordu. Ayaklarını masadan indirdi yavaş adımlarla bana yaklaştı kulağıma eğildi ve “ben uyuyorum yaramaz çocuk” dedi. Benim yüzümde şapşal bir gülümseme oluştu. Ciddi olduğunu düşünmüyordum. “Bu gecelik bu kadar yeter” dedi. Yatağa geçti seksi hareketlerle. Başını yastığa koydu. Ben de yavaşça ayağa kalktım. Artık yatakta ve uzanıyordu. Ben onu her şekilde baştan çıkartırdım. Yanına yaklaştığımda resmen şok oldum. Uyumuştu bile! Sırt üstü uzanmış başını yastığa koymuş güzel dudakları aralanmış, löp bir uyku hırıltısıyla uyuyordu. Şaka olmalıydı! Yanına geçtim dudaklarını, vücudunu öptüm. Uyanması için bir kaç kez yumuşakça ittirdim. “Monica, uyan bebeğim” dedim ama nafile. Bildiğin bir kütük gibi uyuyordu hatun. Hayatımda bu kadar tuhaf bir gece daha geçirmediğimi düşünerek yatağın öbür tarafına geçtim. İkimizin de üstünü örttüm. Kalkık penisim zonklayarak hem kızarak hem olayın komikliğine gülerek uyudum ben de.

Sabah Monica’nın tatlı öpücükleriyle uyandım. Uykusunu almış, yüzünde güller açmıştı sanki. Katı kadın gitmiş fazla sevecen ve süper seksi kadın gelmişti. Ben uyanınca “Bir ödülü hak ettin uslu çocuk” dedi. Önce kendi kilodunu, sonra benimkini çıkardı. Penisim derhal taş gibi olmuştu bile. Bütün gece sızlayan testislerim taş torbaları gibiydi. Penisimi eliyle biraz sıvazladı. Zaten tamamen katı olduğunu anlayınca üstüme çıktı. Amını penisime dayadı ve içine almaya başladı. Amı o kadar dardı ki o kadar yaş olmasa zor girebilirdim içine. Ama o aka bir maharetle kıvrak kalçalarını bir aşağı bir yukarı devinim ettirerek tamamını içine almıştı. Sonra hayatımda en beğeni aldığım şeylerden birini yaptı. Penisim içindeyken amını sıkmaya başladı. Öyle kuvvetli sıkıyordu ki sanki bir el bütün gücüyle penisimi sıkıyor gibiydi. Ama bunu yapan kaba, katı bir el değil, yumuşacık, sıcacık, sırılsıklam ve küçücük amıydı. Amını sıkıp gevşeterek üstümde ata biner gibi kalkıp iniyordu. Onunda fazla beğeni aldığı bolca feryat atmasından belliydi. Penisim küçücük amının her noktasını doldurmuştu.

Onu aşağı alıp surat üstü yatağa yatırdım. Çok hafif ve inanılmaz derecede esnek bir kızdı. Yatakta istediğim şekli verip dilediğimce sikebiliyordum. Kalçaları tam elime göreydi onları sıkıca kavrayıp sikimi hızla sokup çıkarıyordum o daracık amına. Çığlıkları ve bir kaplan gibi hırlamaları odayı doldurmuştu. Poposuna öyle kuvvetli şaplaklar atıyordum ki odanın duvarlarında yankılanıyordu sesi. Bir kaç kez titremeler ve çığlıklarla boşaldı. O kadar fazla feryat atıyordu ki ne vakit boşaldığını anlamak bile güçtü. Oral sekse bile dizi gelmeden ben tükenene kadar bir kaç saat sikiştik sadece.

Güçlü ve sportif bir kız olduğunu şimdi daha da iyi anlamıştım. Bu kız yorulmak bilmiyordu. O sabah yataktan çıkıp kahvaltıya bile inemedik. Öğlen olduğunda ben tükenmiştim. 3 kez boşalmıştım bile. Hazırlanıp öğle yemeğine indik ve akşama kadar Guangzhou’nun benim daha evvel görmediğim güzel kısımlarında gezdik. O gece ve ertesi günün tamamında da her fırsatta benim gücüm yettikçe, yatakta, kanepede, masada, küvette, halıda seviştik. O dolgun dudakları vücudumun her detayında hissettim doya doya. Ufak ağzıyla penisimi yalama konusunda pek istekli ve başarılı olamadı. Ama ben onun ufak amını bol bol yalayıp, emerek, parmaklayarak onu delirecek noktalara getirmiştim fazla defa.

Ayrılma günü geldiğinde hiç gitmek istemiyordum. Bu ateş parçası, kısrak gibi kızla fazla tatminkar bir seks deneyimim olmuştu. Ancak Shanghai’ye uçmam gerekiyordu. Üzülerek ayrıldım Guangzhou’dan.

Öğrendiğim kadarıyla Kung-Fu dışında bir kaç ırak şark sporunu daha iyi düzeyde biliyormuş. Chengdu adlı bir şehirden gelmiş buraya. Çin’in en güzel kızları Chengdu’dan çıkarmış. “O vakit bir gün Chengdu’yu da mutlaka ziyaret etmeliyim” diye planımı yapmıştım bile. O maceramı da daha sonra yazacağım.

Telefonda boşalmak ister misin? Derhal ara aşkım : 00353 515 737 08

Seks Hikayeleri